OTİZME VE YAŞAMA SIRADIŞI BİR BAKIŞ

Hepimiz arada rüyalar görürüz. Rüyalarımızda değişik yerler, tanımadığımız insanlar gördüğümüzde olur. Bazen ise tanıdığımız insanları ve tanıdığımız yerleri görürüz. Eski veya yeni binalar, asfalt veya toprak yollar, hayvanlar, bitkiler görürüz uzatmak mümkün.
Bazen bulanık, karanlıktır gördüğümüz yer bazen ise tersi.
Güzel bir rüya gördüğümüzde iyi şeylerin bize yaklaştığını hissederiz. Kötü diyebileceğimiz bir rüya gördüğümüzde ise sıkıntılı bir şeylerin geliyor olabileceğini düşünürüz.
Genelde de böyle olur. Aslında hayatımıza henüz akmamış yani yaşamadığımız bazı şeylerin vücut bulduğu bir ara yüz gibidir rüyalarda gezdiğimiz yerler.
Ama kendimizi görmeyiz rüyada. Yere basıyor muyuz ? yoksa basmıyor muyuz ? Bunu fark etmeyiz. Ya da yağmur yağsa da yağmur damlalarını hissetmeyiz. Yani rüyalarda duyularımızın çoğu kapalı. Arada sesler duyarız. Birde görürüz.
Ölüm olayında ise tüm duyular kapanır ve bilinç bilinçaltı ile bedeni terk eder. Bilinçaltı vücut sistemlerini de yönettiğinden, vücut sistemleri tamamen durur. Ölüm gerçekleşir.
Evet rüyalarda duyularımızın çoğu kapalı. Arada sesler duyarız. Birde görürüz.
Her şey normal giderken kendini kapatan bir çocukta da durum aynıdır.
Biz gönüllü olarak uyuyor ve istemsiz olarak rüya görüyoruz.
Otizmle tanışan çocukta da çocuğun zihni duyu organları ile iletişimini kapatır. Görür, duyar ama karmaşık. Rüyalarımız gibidir durum.
İşte zihin ile duyu organlarının iletişimini doğru bir şekilde sağlamadan rüyası devam eder çocuğun.. Biz onun için hayal meyal varızdır.
Bazı insanlarda Birkaç ay fark etse de insan evladı dört yaşından öncesini hatırlamaz. Hangimiz kaşık tuttuğumuz ilk günü hatırlıyoruz mesela?
Peki, kendini kapatmış bir çocuğa bir şeyler öğretme baskı ve telaşı neden?
Yapılması gereken iş duyu organları ile zihnin iletişimini açmaktır.
Canlı varlıklar, yaşamlarının büyük tehdit altında olduğunu bir şekilde hissettiklerinde bazı vücut sistemlerini kapatırlar. Örneğin bir aslan bir ceylan yavrusunu yakaladığında ve ağzı ile tuttuğunda ceylanı ısırmaz sadece tutar. Ama bu esnada ceylan vücudu canlı olmasına rağmen kurtulamayacağını bilir ve kendini bırakır. Kendisini kapatır.
Bazı insanlar ölüme yakın deneyimler yaşadıkların da ve kurtulduklarında farklı bir olgunluğa ererler. Adeta çoğu şeyden arınırlar. Hayata başka bir gözle bakarlar. Örnek mi? Ölümcül hastalıklardan “mucize” oldu kurtuldum diyen insanlara bakın. Tabi örneğin ellili yaşlarda ölüme yakın deneyim yaşayan bir insanın alacağı, vereceği, ailesi, çocukları yani yaşama dair fazlaca işi ve görevi vardır.
Otizm ile yolu kesişen bir çocuk bu olgunluğa bir anda ulaşır. Yetişkinler gibi iş, güç, çoluk, çocuk, alacak, verecek olmadığından da arınma tam anlamıyla gerçekleşir. Ama bu sıçrayış onlarda fiziksel, ruhsal, fizyolojik yaralar bırakır. (Farklı farklıdır)
Tertemiz kalpleri vardır. İnsanın tam olması gereken halidir bu. Uzun yıllar tecrübelerle, iyi niyetlerle, yaşanmışlıklarla elde edilen bir saflık.
Senin veya benim hiç niyetimizi bozmadan 70 senede varabileceği bir nokta o.
İnanmıyor musun?
Gerçek senin neye inandığına bağlı değildir, gerçek gerçektir.
“İnsanoğlu ikiye ayrılır; Maslow piramidinin en tepesindekiler ve diğerleri. Diğerleri de ikiye ayrılır; Bu durumun farkında olanlar ve asla farkında olamayacaklar. Bazı yetiler doğuştan gelir (piramidin en tepesine çıkmak gibi). Fakat sadece farkında olmak da daha güzel bir dünya için yeterlidir.
Maslow’un ihtiyaçlar piramidine göre ilk edinmek zorunda olduğumuz şey; yeme, içme, nefes alma gibi fizyolojik ihtiyaçlarımızdı. Bu fizyolojik ihtiyaçlar tamamlandıktan sonra güvenlik ihtiyaçlarımızı karşılamak durumundaydık. Kendimizi, ailemizi, sevdiklerimizi güvende hissedebilmeliydik. Kendimizi güven içerisinde hissettiğimiz takdirde bir diğer basamak olan kendimizi bir yerlere ait olup, sevilme ihtiyacı baş gösteriyordu. Bir sonraki adımda ise ait olduğunuzu hissettiğiniz yerde başkalarınca beğenilip takdir edilmeyi ve kendi kendine yeterli olabilmeyi amaçlıyorduk. Bu dört basamağın hepsini sırasıyla ve sindirerek aştığınız takdirde vardığınız nokta piramidin en üst noktası olan kişinin kendi potansiyelini ortaya çıkarma durumuydu.
Bazı insanlar vardır ki en üst basamağa çıkmakla birlikte hem kendilerini, hem zamanı hem de o güne dek kendilerine fısıldanan her şeyi aşarak o noktaya gelirler. Ama basamakları es geçerek bunu yaparlar. Bu da onların fizyolojik, psikolojik, fiziksel eksiklik, deformasyon ve dikiş tutması zor yamalara neden olur.
Yarın'... Artık ne anlama geliyor ise, insanoğlu için dünya üzerinde sahip olunabilecek en kıymetli şey. Anı yaşama gayretindeysen, telaşa gerek yok; 'Yarın' bir yerlerde kendi başının çaresine bir şekilde bakıyordur...
Kariyerden bahsetmiyorum. Kariyer, bir orta sınıf mücadelesinden öte, kölelerin çok daha iyi birer köle olabilme mücadelesidir. En zeki kölenin dahi en büyük hayali bir gün en nüfuzluya köle olabilmektir.
Evet, 'Yarın' diyordum... Sahip olabileceğimiz en değerli şey. 'Yarın' için, bugünden itibaren bizlere 'Hakikat' diye ezberletilen her şeyden vazgeçmemiz gerek. Hakikat nedir derseniz o öyle bir bilgi demeti ki insan evladını çıldırtır. Aklını başından alır.
Hakikat denildiğinde bu konuda fazlaca konuşan insan var.
Hepsinin ortak noktası bu dünyada yanlış giden bir şeyler var. Kimse ne olduğunu bilmiyor ama bazıları hissediyor.
Son zamanlarda özellikle doğu felsefesinden ve de Batıda bazı teknoloji sahiplerinden, Ortadoğu’da ise Tasavvuf ile ilgilenenlerden aslında yokuz, hayaliz, simülasyonuz gibi şeyler duyuyoruz.
Var mıyız yok muyuz ?
Kuantum fizik ile ilgili özellikle sosyal medya mecralarında fazlaca anlatı mevcut. Tasavvufa ilgi duyan bu konuda kitaplar yazan, söz söyleyen kişiler “Gördünüz mü ? Bilimde bizi doğruluyor, halbuki ….. asırlar önce bundan bahsetmiş diyor.
Evet Kuantum fizikle uğraşan bilim insanların İmam Gazali gibi bir döneme damga vurmuş zihinlerin düşünce deneylerini gerçekleştirdikleri ve o düşüncelerin bugün bilimsel deneylerce gerçekleştirildiği doğru. Aynı şekilde Einstein gibi dehaların yaşadıkları dönemdeki düşüncelerinin ve çıkarımlarının da bugün gerçekleştirildiği doğru.
Bu büyük zihinlerin düşüncelerini deneysel olarak gerçekleştirebilecek imkanları yoktu. Ama bugün ki imkanlar o düşüncelerin deneysel olarak doğru olup olmadığının ispatlanmasına imkan tanıyor.
Fakat, Bilim veya İleri teknolojinin kuantum fiziği üzerinden ilerlediğini söylemek yanlış. Tasavvufla ilgili bilir kişi edasıyla konuşan insanların ıskaladıkları yer burası.
Yeni nesil teknolojiler Görelilik, Kuantum, Kaos teorileri üzerine inşa edilmiş Bilgi Teorileri üzerinden ilerliyorlar. (Bu bakış açısını sadece İmam Gazali’de görebiliyoruz ama kaynakları batıdan yani orta doğu coğrafyasında günümüzde bazı ismi bilinen kişilere ait eserlerin o kişilere ait olup olmadıklarını da bilmiyoruz)
Tasavvuftan Bilirkişi edası ile bahsedenlerin kaos ve görelilik teorilerinden bahsettiklerini göremiyoruz. Onlara göre muazzam bir düzen var. Olacak olan her şey belli ve değişmez. Bilgi teorisi tam tersini söylüyor ! Her şey değişken.
Yani onların iddia ettiği gibi aynı yerde birleşme falan söz konusu değil.
Gelelim Elon Mask ismi ile temsil edilen teknoloji sahiplerinin, doğu felsefesinin, bazı kabalistlerin, Tasavvuf ehlinin ve daha bir çok kişinin varlık yokluk kavramına. Her şey onların iddia ettiği gibi hayal ve simülasyon mu? Yok muyuz ?
İslam dinine göre imanın şartlarından birisi de Ahirete inanmaktır. Yani Ölüp dirileceğine inanmak. Peki denildiği gibi yoksak olmayan şey nasıl ölüp dirilecek. Nasıl hesaba çekilecek? Bizim alanımız değil ama sanki biraz haddi aşmaktalar gibi. İman hakikatleri hayal üzerine bina edilemez ve edilmemeli diyelim.
İnsan yaşamı anlamaya çalışan tek canlıdır. Evren insandan etkilenmeyen bir sahne değildir. Yokuz, hayaliz demek, hiçiz demek “bizim bu sahnede etkimiz yok, senaryo yazılmış biz oynuyoruz anlamına gelir ve bizleri tembelliğe iter”
Yokuz dememeliyiz. Varız hem kendimiz için, hem sevdiklerimiz için, hem insanlık için yapacağımız şeyler vardır ve olmalı demeliyiz. Demiyorsak O zaman neden varız ?
Her şey bütünün içinde bütün her şeyin içindedir. İnsan kendi varlığını eğer yaratıcıdan bir parça görüyor ise bunu en iyi şekilde temsil etmelidir. Buda ancak insanın kendisine, ailesine, çevresine ve tüm insanlara faydalı olmayı amaç edinmesi ile olur.
Varlık yokluk meselesi üzerine en bilinen felsefi yorum ünlü filozof Descartes tarafından yapılmıştır. Rüya görüyor olabildiğinden, bir deli olabileceğine kadar akla gelebilecek ve sorulabilecek her türlü soruyu ünlü eseri Meditasyonlarda sormuştur. "Düşünüyorum öyleyse varım demiş" ve konuyu kendi düşünce modeline göre sonlandırmıştır.
Yaşamın Büyük Patlama ile başladığı genel kabul görmüş bir bilimsel gerçek. Bir tek bilginin patlaması ve etrafa saçılması. Yani aslında başından sonuna kadar tüm bilgiler yaratılmışta diyebiliriz. Vücuda gelmeleri için zaman gerekli ve o da akıyor.
Yani tek noktadan başlayan muhteşem bir bilgi akışı bu. Gözümüzle gördüğümüz her şey.
Dünya atom altı parçacıklar, fotonlar ve kuarklardan oluşur ve fiziksel bir sistemin her bir parçası bir bilgiyi kaydeder. Bu öğeler aynı zamanda bilgiyi işlerler. Bitki fotosentezi, kuşların bakterilerin bölünmesi gibi .
Atomun yapısının elektron, proton, nötron olduğunu biliyoruz. Bunun devamı da var. Atom altı parçacıklar yani kuantum dünyası. Bu dünya 3 değil tam 9 boyutlu. Ve sürekli değişken. Yani dili anlaşıldığında her şeyin her şeye çevrilmesi mümkün. Ne ile ?
Cevap: Bilgi ile.
Tabi insan evladının gerekli bilgiyi hesaplaması mümkün değil. Teknolojik olarak kuantum bilgisayarlarla üzerinde çalışılan konu bu.
Atom mu bilgiyi yarattı, bilgi mi atomu? Sanırım üçüncü pencereden olaya bakma vaktimiz geldi. Hayır atom dediğimiz şey bilginin kendisi.
Yani en başta yaşamın başladığı, canlı cansız her şeyin ilk başlangıç noktası bir bilgi diyebiliriz. (Bilimsel olarak) her şey oradan çıkanların başka çıkanlarla etkileşimleri.
Evrenin tarihini dönemlere ayıran bilim insanlarının gruplandırması şu şekilde;
Bilgi tarihimizi BigBang’den itibaren;
Birinci çağ; Fizik&Kimya çağı. BigBang sonrası yer çekimi kanununun etrafa dağılan toz bulutlarını bir araya getirişi...hidrojenlerin birleşip helyum olması, atomların bilgi alışverişi yapmaya başlamaları, yıldızların patlayıp özellikle karbon ve diğer hayatın temeli moleküllerin ortaya çıkması.
İkinci Çağ, yerkürenin oluşumu, devamında çeşitli faktörlerle aminoasitler, proteinler ve nihayet ilk bilgi işlemcisi DNA’ın ortaya çıkması.
Üçüncü çağ, DNA’ların nöral örüntüleri oluşturup beyin gelişimine kapı açması.
Dördüncü çağ, beynin teknoloji üretmeye başlaması.
Beşinci çağ, teknolojinin çok ileri giderek insan zekasına eklemlenmesi.
Altıncı çağ, yüksek teknoloji ile ürettiğimiz madde ve enerji örüntülerinin tüm evrende değiştirici etkisinin görülmeye başlaması.
Atomlar, moleküller, prokaryotlar, ökaryotlar, DNA – RNA... Milyarlarca yıl sonra beyin. Evreni yöneten yasaların günümüze kadar birçok farklı canlıyı aynı amaç için kullandığını görebiliyoruz: Bilgi taşıyıcılığı.
Yani Doğru bilgiye ulaşabilmek için uzmana ihtiyaç yoktur.
Hayatınızdaki dönüm noktaları gibi atmayı planlamadığınız bir adımı atmanız söylemeyeceğiniz bir şeyi söylemeniz asla çözemeyeceğiniz bir problemi çözmeniz hiç tahmin etmediğiniz bir kişi veya hiç ummadığınız bir eski dostunuzla ummadığınız anda yolunuzu kesiştirebilir. Veya sürpriz bir olumsuzluğu birden hayatınıza sokabilir. Tersi de mümkündür. Akla bile gelmeyenin gerçekleşmesi. Bu olaylar büyük fay hatlarını harekete geçirir hayatımızı değiştirir.
Mesela Picasso: “Düşünebildiğiniz her şey gerçektir” demiştir. Pablo Picasso bu cümleyi nasıl bir zihinsel faaliyet sonucu sarf etti bilinmez. Fakat bu cümlenin geleceğe yönelik sarsıcı bir çıkarım olduğunu görmemiz gerekiyor. Evet, düşünebildiğimiz her şey gerçektir.
Çünkü düşünme eylemi nöronlarımızda bulunan atomların birbirleriyle etkileşimleri ve bilgi değişimleri sonucu oluşur. Düşüncelerimiz süresince beyinlerimizde yaktığımız enerji dünyaya düzensiz bir şekilde yayılır ve entropiyi yükseltmiş oluruz.
Bu durum bilginin fiziksel bir gerçeklik olduğunun kanıtıdır. Sınavdan çıkan bir öğrencinin suratının hararetten dolayı kıpkırmızı olmasından farkı yoktur. Vücut enerjisini beyninde bilginin çarpışmaları için kullanan öğrenci elektrik enerjisini algoritmasında bilgilerin çarpışmaları için kullanan bilgisayar gibidir.
Etrafımızda gerçekleşen her türlü sosyal, politik, bilimsel, ailevi veya teknolojik gelişme bir bilgi örgüsünün, bilgi alışverişinin ve bilgi hesaplamasının sonucudur. Bilginin yapıtaşlarını ve çalışma mekanizmasını kavramamız insanoğluna inanılmaz bir hayat konforu sağlayacaktır
Hayal ettiğiniz her şey, kuantum fiziksel bir hesaplamanın sonucu olduğu için gerçeklik ifade eder. Zihinlerimizin hayal etme sınırı, yapmış oldukları bilgi hesaplamalarının sınırıdır.
Diğer bir ifadeyle, gerçek olmayan veya gerçekleşemeyecek bir durumu zaten hayal edemeyiz. Her hayal ettiğimiz ise bir yerlerde kuantum fiziksel olarak hayat bulmuş olur.
"Yaşayan her canlının kalbinde yatan şey bir ateş, sıcak bir nefes veya bir yaşam kıvılcımı değildir. Onlar bilgilerdir, kelimelerdir, talimatlardır… Yaşamı anlamak istiyorsanız bilgi teknolojilerini düşününüz." (Richard Dawkins)
Yani muazzam bir düzen var diyemeyiz.
Çünkü; "Tek bir kum tanensin dahi yerini değiştirmeniz, bütünde (evrende) değişikliğe sebep olur." (Fichte, The Vocation Of Man)
Buna kelebek etkisi de diyebiliriz. Örneğin dünyanın bir ucunda açlıktan ağlayan veya tacize uğrayan küçük bir çocuğun gözyaşları ve feryatları başka bir yerde bir kasırga yaratabilir.
Evet tek bir bilginin patlaması ve ondan çıkan yaşam.
Muazzam. Tespih ipindeki taneler gibi sıra sıra. Ya da Matrix filmindeki ekran gibi dizi dizi.
Bir taraftan yaşanan her an, her bir olay varlıklar arasındaki karanlık madde de denilen yüzeyde resim kareleri gibi kayıt altında. Bazı hassas insanların gördüğü kareler medyum tayfasının işlerinin kaynağı.
Ve hepimiz birer bilgi yığınıyız. Ama bilgide üretiyoruz.
Gerçeklik algımız zihnimizin değerlendirmesi ile oluşuyor. Dokunuyoruz tadıyoruz, kokluyoruz, görüyoruz, duyuyoruz. Gerçeklik olsa olsa bir yanılsama diyen Einstein…
Evet varız ama bu teoriler gösteriyor ki; yaşadığımız dünya, yaşadığımızı düşündüğümüz dünya değil. Tüyler ürpertici ama gerçek bu.
Ve zaman aynı odanın içindeki iki kişi için dahi aynı akmıyor. Aradaki fark milisaniye olsa da 50 ışık yılı uzaktan bakan birisi için aradaki fark asırlarca.
Evet varız. Bilgi üretiyor ve sistem içerisinde de bilgi taşıyıcısı olarak bulunuyoruz.
Kelimelerimizle, sözlerimizle sürekli bir şeyler inşa ediyor sonrada onları yaşıyoruz.
Ve evren bizden etkilenmeyen bir sahne değil.
Ve düşünebildiğimiz şey gerçek.
Gerçek olmayanı zaten hayal edemiyoruz.
Önce hayallerimizi, sonra düşüncelerimizi, sonra kelimelerimizi değiştirelim.
Ve çocuğumuzdaki durumu değiştirelim.
Bu arada her şey bir bilgi akışı ve değişken demiştik. Tek bir kum tanensin dahi yerini değiştirmeniz, bütünde (evrende) değişikliğe sebep olur diye de eklemiştik. Tüm bunları insanlara aktaran büyük beyinlerden Ludvig Boltzmann 5 Eylül 1906 da İtalya da tatil sırasında geçirdiği depresyonda intihar etmiştir. Mezar taşında kendisinin keşfettiği ve ölümüne sebep olan, insanlık tarihinin en önemli formülü yazılıdır. (S=klogw)
Nietzche ve Paul Ehrenfest Düzensizlik düşüncesinin anaforlarında intihar eden diğer düşünce ve bilim adamlarıdır.
Robert Mayer ise bu derinliklerde aklını kaçırmıştır.
İspat olmuş teorileri ve yolda topladığım her şeyi alt alta toplarsam diyorum ki;
Otizm ile tanıştıktan sonra gün geçtikçe insanlara olan bakışım epey değişti. Kurulmuş oyuncaklar gibi hepsi. Hepsi aynı.
Varız. Ama belki de bir yerde esirim. Esaret ya ceza ya ödülle sonlanacak. Başka bir yerde yiyorum, içiyorum, uyuyorum ama tüm bunları koca bir sistem ayakta kalsın diye yalandan yaşıyorum. Haberim yok. Sözlerimle, düşüncelerimle, hareketlerimle esaretten sonra gideceğim yeri inşa ediyorum. Kim bilir.
En başa dönelim otizm ve rüya karşılaştırılmasına. Çocuğumuzu duyusal ve duygusal olarak doğru destekleyerek onların zihinleri ile duyu organları iletişimini doğru şekilde açmak önemli. Başlangıç noktamız bu olmalı.
Bu yapılmadan konut çalışmak vs oldukça saçmadır. O çocuğu robotik bir çocuk yapmaktır. Söylüyorum yapıyor ne güzel. Peki hiçbir şey demezseniz ne yapıyor ? Duygularını tanıyor mu? Başka insanların duygularını okuyabiliyor mu? Okuyup uygun şekilde karşılık veriyor mu?
İlerleyen yıllarda klasik yöntemlerle devam eden ailelerin karşılarına işte bu duvar çıkıyor. İletişim dokumakla başlar ve sözsüz iletişim iletişimin temelidir.
Korkmayın, hepsini adım adım size aktaracağız.
Otizm ile yolu kesişen çocukların davranışları ve bazı hareketleri vardır. O hareketler onu rahatlatır. Her şey bir bilgi akışıdır demiştik, onu rahatlatacak bilgi o hareketlerle akar. Bir pozisyon kilidi, bir pozisyon kapalı olan bir bilginin kapısını açar diyelim ancak böyle ifade edilebilir. Yani o hareketlerin başkaca anlamları vardır.
Oraya oturmama izin vermiyor dediğiniz olmuştur, ya da hep buraya oturmamı istiyor, buna düzen takıntısı dense de o bunu içgüdüsel olarak yapıyor ve sağlanan fayda ve düzenin ne olduğunu ifade edemiyor, bizde zaten bundan bi haberiz. Yaptıkları kendisinin ve bizim faydamıza aslında.
Tüm bu halleri bir özür olarak görmeyelim. İletişim dokunmakla başlar unutmayın.
Birbirine dokunan canlı ve cansız varlıklar birbirleri üzerinde parça yani bilgi bırakırlar ve o iki varlık nereye giderse gitsin o bağ devam eder. Arada duygu ve his akışı olur.
Onlar kadar saf olmayan onlara dokunmamalıdır.
Bir insan güler yüzlü bir sahtekar olabilir biz bunu anlamayız ya da o kişi bizi aldatınca anlarız. Herkesi kendimiz gibi biliyoruz deriz. Çocuklarımız bunu hissederler ve dokunulmaktan hoşlanmazlar.
Saf olmak işin sırrı bu. Saf bir sevgi ile dolu olmak. Saf sevginin açamayacağı hiç bir kapı yoktur.
Hakikati bulduğunu söyleyenlere yüz çevir, hakikati arayanlara mesafeli ol, hakikatin erişilemez olduğunu söyleyenlere güven.